Hükümetin Dış Politikaları (2) - Cevat Kulaksız

-Reklamlar-
Eğitim İş Sendikasının desteği ile Sabih Kanadoğlu ve Onur Öymen’in konuşmacı olarak katıldığı, Hükümetin Dış Politikaları ve Anayasa Tartışmaları konulu panel düzenlendi. Ankara’da bir otelin (Kent Otel) salonunda 3 Ocak 2016 günü düzenlenen panele geniş ve seçkin bir dinleyici topluluğu katıldı.
Anayasa ve Başkanlık üzerine konuşan Sabih Kanadoğlu’nun konuşma metnini giden 1. Bölüm yazımızda sunmuştuk.

Hükümetin Dış Politikaları (2) - Cevat Kulaksız
 Bu ikinci bölümde de, hükümetin dış politikaları üzerinde konuşan Onur Öymen’in konuşma metnini sunuyoruz. Her iki konuşmacı da, ülkemizin çarpıklıklarıyla her vatandaşını etkileyen konularını ve ilginç gerçekleri açıkladılar. Özellikle yanlış dış politikalar yüzünden, bütün komşularımızla nasıl bozuştuğumuzu, yalnızlaştığımızı iktidarın bu konudaki hatalarını Onur Öymen, örnekleriyle çarpıcı bir şekilde açıkladı.
Bu iki seçkin konuşmacının çok önemli konulara değinen konuşmalarının salonun dört duvar arasında kalmaması için bu konuşmaları yazıya dökerek okuyucularımıza sunuyoruz. Ancak her iki konuşmacının konuşmalarının metni çok uzun olacağı için okuyucumuzu sıkmamak için iki bölüm halinde vermeyi gerekli gördük. İkinci bölümde de, tecrübeli dış politika uzmanı Onur Öymen’in, iktidarın dış politikamızdaki yanlışlık ve çarpıklıklarını açıkladığı konuşmasını veriyoruz. (Panel sonunda kitaplarını imzaladı)

NERDEN ÇIKTI BU ANAYASA FİKRİ
“-Sayın Kanadoğlu’nun bıraktığı yerden başlayayım müsaade ederseniz. Gerçekten bu iki konunun bir arada düşünülmesi belki bize bazı ufuklar açabilir. Şimdi şu soruyu soralım, bu yepyeni bir anayasa fikri nerden çıktı? Yani kimin parlak fikriydi Türkiye’ye yepyeni bir anayasa hazırlamak fikri. Acaba sadece Türkiye’nin içinde mi düşünüldü dersiniz?
2007 yılında bir çalışma başlatıldı, bir Amerikan kuruluşu Atlantik Kaosi denilen bunun yönetici bir çalışma yaptı 2007 de 2009 yılında tekrarladı. Bunun amacı, PKK sorununu Türkiye nasıl çözer, Kürt meselesi nasıl çözülür. Çeşitli öneriler var, özetle söyleyeyim. Türkiye Kuzey Irak’ta PKK ile mücadele etmeyecek, sonra bir af çıkarılacak filan, Türkiye PKK yla müzakereye oturacak. Oturmazsa onun siyasi temsilcileri oturacak.
Bir başka madde; Türkiye yepyeni bir anayasa hazırlayacak, tesadüf bu ya. Bir şey daha, bu yeni anayasada Türkiye ismi yer almayacak. Düşünebiliyor musunuz, şimdi Türkiye’de konuşulan konular bunlar değil mi?  Acaba tesadüf mü dersiniz. Türkiye dışarıdan böyle yeni bir anayasa hazırlanması fikrinin önlenebilmesi, bu fikrin Türkiye’de bu kadar kabul görmesi, esas alınması tesadüf mü? Türk kelimesinin anayasadan çıkarılması önce yabancıların önermesi, sonra “Türk demeyelim de Türkiyeli diyelim, “Türkiye’de vatandaşı diyelim”, bunun ortaya çıkması tesadüf olabilir mi?

ALMANYANIN İLK ANAYASASI DA DIŞARIDAN TELKİNLE YAPILMIŞTI
Belki bu acaba ilk defa mı oluyor? Türkiye’de sadece dışarıdan mı önerilmiş, anayasaya yapılması, Sayın Kanadoğlu biraz bahsetti demin, hayır başka örnekleri var. Bunun bir örneği mesela Alman Anayasası, 1949 yılında kabul edilen Alman Anayasası 1948 yılında Londra’da hazırlandı ve bunu hazırlayanların içinde bir tane Alman yok. Savaşı kazanan ülkelerin temsilcileri oturuyorlar, 48 yılında Alman Anayasası hazırlanıyor. Waymar (Weimer) Anayasası 1919 tarihli ilk demokratik Alman anayasası 14 yıl yaşatılabiliyor, Hitler gelince Waymer Anayasası kaldırılıyor. Yeni anayasa federal sistem olsun, Waymer gibi olmasın diyorlar. Anayasayı hazırlayıp götürüyorlar Adenaver’e (Konrad Adenauer, Almanya’nın ilk Başbakanı) diyorlar ki “yeni anayasamız böyle olacak. O da “Almanya olarak böyle bir anayasa düşünmüyoruz” diyor. “Biz Waymar Anayasası’na dayalı geliştirilmiş bir şeklini düşünüyoruz. “Beğenmiyor musnuz” diyorlar, “bunu da geri alıyoruz” deyince “almayın almayın” diyorlar. Ondan sonra oluyor size Alman Anayasası.1949 yılında üzerinde biraz çalışılıp uygulanıyor. Başka örnek de var Hayır. Japon Anayasası, Japon Anayasasını savaştan sonra hazırlayanlar General Mac Arhur’un hukukçu subayları, bir tane Japon yok, hazırlayanların içinde. Hukukçu subayların savaştan sonra yabancılar tarafından hazırlanan bu anayasalar, hem Almanya’da, hem Japonya’da halen yürürlüktedir. Ama değiştirelim, yeni anayasa yapalım”filan diyorlarsa da, bun güne kadar değiştirilmedi. Yarım yüzyıla yakın uygulanan anayasalar dışarıdan hazırlanmış. Belli ki bu heveslendirmiş bazılarını, “Türkiye’de bir anayasa hazırlanması için telkinde bulunalım” demişler.”Ana hatlarını söyleyelim, ulus devlet anlayışını çıkarılacak şekilde bir nüsha çıkaralım, ulus devlet bizim cumhuriyetin temelini oluşturuyor. Şimdi bir tek anayasa konusunda mı, hayır.

TÜRKİYE YABANCILAR KARŞISINDA TESLİMİYETÇİ POLİTİKA İZLİYOR
Şimdi bakıyorsunuz, Kıbrıs konusunu nasıl çözecek Türkler, size telkinde bulunuyorlar, öyle yapalım, böyle yapalım, beş bin asker çekin, işte şöyle bir anayasa modeli hazırlayın; Kofi Annan’ın planına uygun bir çözüm bulun, Kofı Anan planın uygun çözüm demek, dünya tarihinde hiç olmamış bir şey demektir. Dünyada Koffı Annan planına benzer bir çözüm plan hazırlanmamış. Nasıl bir şey bu Koffı Annan planı? Şöyle bir şey, Kofi Annan planından önce Türklerle Rumlar oturuyorlar bir masaya bazı konuda anlaşıyorlar, birçok konuda anlaşamıyorlar, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine gidiyorlar, Genel Sekretere diyorlar ki, bu anlaşamadığımız konuları siz doldurun boşlukları ve sivil halk tarafından görüşmeden tartışmadan doğrudan doğruya halka sunalım” diyorlar ve böyle yapıyorlar. Bir örneğini hatırlayan var mı dünyanın herhangi bir yerinde. Böyle bir çözüm. Eğer böyleyse Azeri-Ermeni arasında itilafında, Filistinlilerle İsrail arasındaki itilafta, Keşmir’de de böyle bir sorun var, niye hiç birinde bu çözümü uygulamıyorsunuz. Şimdi bunlar da dış politikada, dışarıdan dayatılacak çözümler.
Bu Kofı Annan planı, ben inceledim, başka yerlerde de söyledim, bu anlaşma Sevr Anlaşmasından da beterdir. Niçin, çünkü Sevr Anlaşmasını imzalayanlar, hiç kimse neyi imzaladıklarını biliyorlar. Kofı Annan Planının halka sunanlar hiç kimse bu planı okuyamadı, 9000 sayfa tutuyor, Sayın Denktaş’a söyledim, siz o planı okudunuz mu? Hayır, dedi “ben de okuyamadım”. Hariciyeden arkadaşlara sordum, siz bu çalışmalara katıldınız, bu planı okuyan var mı? “Yok efendim”dediler. Hiç okuyan gören olmadı mı, dedim. Bir tanesi, “ben gördüm efendim” dedi. Nasıl bir şey, “uzaktan taşıyorlardı gördüm arabada gördüm kocaman bir şey” dedi. Düşünebiliyor musunuz, bunu halka sunuyorsunuz, “onaylayın” diyorsunuz,
Dış politikada böyle bir dönemden geçiyoruz, yalnız Kıbrıs konusunda değil. Ermeni konusunda da yine dışarıdan destekler, baskılar, Cenevre’de gizli görüşmeler yapılıyor, İsviçre’nin öncülüğünde öbür türde bakıyorsunuz, protokolleri imzalayan Türklerle, Ermeniler, arkada ayakta duranlar, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa dış işleri bakanları. Yani dış politikayı dışarıdan yönlendirmeye çalışıyorlar. Kıbrıs meselesi nasıl çözülecek onlar söyleyecek, Ermeni sorununda onlar söyleyecek, Kürt meselesini onlar söyleyecek, Kıbrıs onlar söyleyecek. Yani Türkiye kendi iradesiyle bu sorunları çözecek durumda değil, dışarıdan bize telkin edecekler biz de onu yapacağız.
Bu Cumhuriyeti kuranlar o fikirde değildi; biz cumhuriyeti Türkiye’nin tam bağımsızlık hedeflerin göre tam bağımsız prensipleri esasına göre kurduk, bu yapıldı, Lozan anlaşmasının en büyük özelliği bu. Türkiye egemen ve eşit bir devlet olduğunu kabul ettirdi. Atatürk’ün her vesileyle söylediği gibi, Türkiye kendi kararlarını kendisi alan bir ülke haline getirildi. Şimdi buradan uzaklaşıyoruz, işin en vahim tarafı budur, Türkiye kendi kararlarını kendisi alamayacak, başkaları bize söyleyecek. Yani biz öyle bir ülkeyiz ki hangi konuda doğrusu nedir, yanlış nedir; Türkiye’nin menfaatine olan nedir, olmayan nedir, bunu biz becerecek yetenekten mahrumuz, başkaları bizim meselelerimizi bizden daha iyi biliyor, bize öneride bulunuyor, ne demek önder oluyor.

BİZE OSMANLIDAN BERİ “ŞÖYLE YAPIN, BÖYLE YAPIN” DİYE TELKİN YAPIYORLAR
Size yeni bir anayasa hazırlayayım diye öneride bulunmak, elinizin tersi ile iteceksiniz daha ilk gün, yoksa bu devam eder gider, aksi takdirde bu çorap söküğü gibi gider. Her konuda ne yapacağınıza onlar karar veriyor, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi de böyle bir duruma düşmüştük biz. Geliyor İngiliz sefiri diyor ki, “Başbakan savaş bakanını, halk bakanını 42 saat içinde değiştireceksin” durum bu. Atatürk’ün bütün Anadolu’dan yaptığı bütün uyarılara rağmen, düşünebiliyor musunuz, şu işi şöyle yapacaksınız yapıyorlar, Osmanlı Bankasını basıyor Ermeni teröristler 1838 de, bir sürü insan öldürüyorlar, 130 kişiyi rehin alıyorlar, bütün İslam diyarını ateş yumağına çeviriyorlar, bombalar atıyorlar. Sonra ne oluyor, yabancıların baskısıyla hepsi affediliyor. Militanlar İstanbul’dan bir yata bindiriliyorlar, Marsilya’ya gönderiliyorlar, istikamet İngiltere’nin Berlin Büyükelçisine. İşte biz böyle bir imparatorluğu yıkarak, kendi haklarını çıkarlarını eşitliği sağlayamayan bir devlet olmuşuz.
Şimdi tekrar bizi eski döneme döndürmek istiyorlar, işin özeti budur.
Bakın bir şeyi unutmayalım, Lozan’da Lord Kurzon ne demişti İsmet Paşa’ya, “sizden hiç memnun değiliz, bütün taleplerimizi ret ediyorsunuz ama her ret ettiğinizi cebimize koyuyoruz, tavizleri. Yarın bizden para istemeye geldiğiniz zaman birer birer çıkaracağız”. Yani “Lozan’da size dayatmak istediklerimiz daha önce Sevr’de size dayatmak istediklerimizi unuttuğumuzu zannetmeyin. Siz zayıf duruma düştüğünüz zaman bize gelip yalvardığınız zaman bu kelimeyle biz bunu teker teker önünüze çıkaracağız ve size kabul ettireceğiz”.

BİZİ TERÖRLE MASAYA OTURMAMIZI İSTİYORLAR
Şimdi oradan gelelim bu güne, bize ne diyorlar, “PKK yla masaya otur”, terör örgütüyle masaya otur, mesela hangi ülke gibi, Amerika gibi oturalım mı? Amerika gibi oturalım mı, Başkan Busch, o dönemdeki başkan 2008 yılında İsrail’e gidiyor, Kıneset’te mecliste bir konuşma yapıyor, diyor ki, “bazıları bize teröristlerle masaya oturmamızı öneriyorlar, bu çılgınca bir düşüncedir, bunu biz hiç b ir zaman yapmadık ve yapmayacağız” diyor. Ama sizin İmra’lıyla masaya oturmayı öneriyorlar. Oturduğunuz zaman da aynı Amerika’nın sözcüsü kalkıyor, diyor ki, “bu görüşmeleri alkışlıyoruz” diyor. Şimdi bu perhiz ve lahana turşusunu söyleyenler boşuna söylememişler. Sen kendine başka model önereceksin, bana başka model önereceksin ve beni teröristlerle masaya oturtacaksın.

“İRA VE ETA İLE ANLAŞIN” DEMİYENLER, BİZE PKK YLA ANLAŞIN” DİYORLAR
Peki, niçin acaba? Niçin beni masaya oturtacaksın, yani şunu göremiyor musun? Biz teröristlerle masaya oturduk,  ya anlaşırız, ya anlaşmayız; anlaşmazsak ne olacak, teröristler, “kaderimiz böyleymiş diye çıkıp terörden vazgeçecekler mi? Belli ki size silah zoruyla dayatmaya çalışacaklar, arzu ettikleri çözümü belli ki dayatmaya çalışacaklar. Ne görüşeceksiniz masada, yani terör örgütü kayıtsız şartsız silahlarını bırakmaya karar vermiş, nasıl bırakırsın, nasıl teslim olacak silahla bunu mu konuşacağız. Ayrı ayrı örnek veriyorlar, İRA yla İrlanda Kurtuluş Ordusu ile İRA bütün silahlarını teslim etmeyi kabul ettikten sonra, bu silahları nereye verecekler, nasıl verecekler filan, bunlar konuşuluyor; yoksa İrlanda meselesinde anlaşmayı İngiliz hükümetiyle, İrlanda hükümeti yapıyor. Yani teröristlerle anlaşma değil de, İngiliz hükümetiyle İrlandalılar anlaşma yapıyor Belfast’da. Yani o kadar karıştırıyorlar ki her şeyi kamuoyu önünde, insanlar bu işin evveliyatını tam bilmeyen insanlar inanabilir böyle laflara.

İSPANYA: “TESLİM DE OLSALAR BİZ ASLA TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MASAYA OTURMAYIZ”
Aynı şeyi mesela İspanya’da önerdiniz mi? “Teröristlerle masaya oturun” diye önerdiniz mi? İspanya Başbakanı Rafeal diyor ki     “artık ETA bakmış ki hiçbir şey elde edemeyecekler, artık kayıtsız şartsız silahları bırakmayı kabul ettik” diyorlar”. Silahlı mücadele yapan ne diyecek, terörü bitiriyoruz, gelin oturalım diyecek silahları teslim etmek için konuşalım”. Başbakan diyor ki, “bir terör örgütü teslim bile olsa biz onlarla masaya oturmayız, çünkü terör örgütüyle masaya oturmak onların bir şeysi kısmen haklı olabileceğini kabul etmektir, biz onlarla oturmuyoruz,  gitsinler silahları polise teslim etsinler”. (Demek ki terörle, teröristle masaya oturmak kesinlikle yanlış olsa gerektir. Bunu en acı bir şekilde AKP-RTE iktidarının “açılım” politikalarının çok yanlış olduğunu devam eden acılardan, verilen yüzlerce şehitten, yıkımdan öğrendik ).

TERÖRİSTLE MASAYA OTURUNCA NELER İSTEMEZ Kİ
Şimdi size ise “illa oturun, illa oturun PKK yla”. Yani bizim PKK yla oturduğumuz dönemde neleri konuşacağımızı bilmiyorlar mı, adam diyor ki “ulus devleti istemiyoruz” ondan sonra şunu istiyorum, bunu istiyorum” talepleri bitmez. Sizin anayasa sistemini sizinle tartışmak istiyor. Bizimle PKK yı masaya oturtmaya çalışanlar iyi biliyorlar, sizinle anayasa konuşacak PKK. Anayasa konusunda sizden ne istiyor PKK, sizden özerklik istiyor. İşte böyle adım adım bağımsızlığa götürecek. Ocalan, yeni çıktı eğer kitabını okuduysanız, zabıtlarını konuşmalarını, orda diyor ki, “benim bağımsızlıktan, özerklikten vazgeçtiğimi söylüyor bazıları, hiç birinin aslı astarı yok, hiç birinden vaz geçmedim” diyor. Bunu bile bile sizi masaya oturtacaklar, niçin acaba,  şöyle bir düşünmez misiniz? Bundan 100 yıl önce, düşündükleri, önerdikleri ve Lord Curzon’un Lozan’da cebine koyduğu öneriler, acaba bu gün PKK nın Türkiye’ye dayatmak istediklerinden çok mu farklıdır. Özerklik o zamanda yok muydu? Sevr’de yok muydu? Bağımsızlık yok muydu? Bağımsız Kürt devleti yok muydu? Size işte bunları terör aracıyla kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunu bizim çok iyi görmemiz lazım, Mesela Cumhurbaşkanı aylarca önce bir söz söylemişti, aynı sözlerle söylemesi doğrusu dikkatimi çekti, diyor ki, “bizi terörle terbiye etmeye çalışıyorlar”, doğru; yani terör baskısıyla kendi istediklerini, 100 yıldan beri Kürt çözümünü size dayatacaklar, bunları bilelim, bunu görmememiz, anlamamamız mümkün mü? Bunu tartışmamamız mümkün mü? Basında hiç tartışılmaması, TV da bu düşünceleri dile getirecek insanların tartışacak insanlara yer verilmemesi, hiç görülmemesi tesadüf olabilir mi acaba. Medya da aynı şekilde ayarlanmış medyaları da, bahsettikleri kitabında bunları anlatıyor, medyalar nasıl yönlendiriliyor, bir algı nasıl yaratılıyor, algı nasıl yönlendiriliyor.

ANAYASA, YENİ ANAYASA YAPMAYA SİZE YETKİ VERMİYOR
(Anayasayı İhlal Ediyorsunuz)
Bir taraftan da medya kullanarak halkın bütün bunları doğal karşılamasını sağlayacak. Hatta bazı siyasiler de etkilenecek medyalardan. “efendim bize yepyeni bir anayasa lazım” bir taraftan bize de önermişlerdi vaktiyle, biz maslahatçılarla masaya oturmayız” dedik. Anayasa için sizinle m,asaya oturmayız niçin anlattım zaten. Artı biz dedik ki anayasa maddelerinden biri olan laik ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için Anayasa Mahkemesi tarafından mahkûm edilen bir partiyle anayasa konuşulmaz” dedik. Peki, şimdi niye konuşuyoruz; ne değişti o zamandan bu güne muhatabımız mı değişti? İktidar mı değişti, iktidarın yaklaşımı mı değişti, görüş, tutum mu değişti? Yabancıların telkinleri mi değişti? Şimdi niye oturuyoruz, bunlara karşı, bunları konuşmak lazım. Bu gün konuştuğumuz anayasa dediğimiz milli bir meselesidir.
Üstelik Sayın Kanadoğlu o kadar güzel anlattı ki, benim tekrar etmeme gerek yok, anayasa size bu yetkiyi vermiyor. Masaya otururken, anayasanın size vermediği bir yetkiyle görüşmeye başlıyorsunuz.   Peki, anayasa, anayasanın size vermediği yetkiyi kullanmanın anayasaya aykırı olduğunu bilmiyor musunuz? Bu yetkiyi nasıl kullanıyorsunuz? Bütün bunların arkasında ne olduğunu iyi düşünmemiz lazım. Ne oluyor, ne bitiyor, nasıl oluyor bunları bilmemiz lazım. Bütün bunlar bizim dışımızda.

IRAK ANAYASASSINDA TERÖRÜ ÖNLEME, ÜS OLMAMA MADDESİ VARDIR
Anayasa deyince illa Türk Anayasasını mı düşüneceğiz, yani sadece Türk anayasasına dikkatinizi çekecek başka ülkelerin anayasalarına bakmayacağız. Mesela ki PKK nın mevzilendiği Irak’taki Irak Anayasasına hiç bakmayacaksın. 7. Maddesinin ikinci paragrafında ne diyor mesela, dediği şu, “devlet terörizmin bütün şekliyle mücadele edecek ve topraklarını terör eylemi için bir üs, bir geçiş yolu veya bir eylem alanı, bir üs olarak kullanmayacaktır, olmaması için, önlenmesi için çalışacaktır. ”  Şu anda çalışıyor mu? Çalışmıyor, siz ona diyor musunuz ki bak anayasanızda bunlar yazıyor. Bunları bir kere söylendiğini duydunuz mu? Biz bunu söylüyoruz işte, vaktiyle mecliste söylüyoruz, TV da söylüyoruz.
Aynı şey Birleşmiş Milletlerin 2001 tarih 1373 sayılı kararında var, aynı şeyleri söylüyor. Hem uluslar arası hukuk ihlal ediyorsun, hem anayasayı ihlal ediyorsun. Ondan sonra ben topraklarında terörü bertaraf etmeye kalkışınca hem Irak’lı Kürtler hem Amerikalılar karşı çıkıyor, bunu nasıl izah edeceğiz.

ŞU KADAR “PARA VERELİM KUZEY IRAKA ASKER GÖNDERMEYİN” DEDİLER
2003 yılında bir anlaşma imzalıyorlar Türkiye ile Amerika Dubai’de Anlaşmayı bize Ali Babacan’la Slow Amerika hazine bakanı. Anlaşmanın özeti şu, “Amerika Türkiye’ye bir milyar dolar verecek, hibe. Veya bunu almıyorsanız sekiz buçuk milyar dolar kredi verecek. Buna karşılık Kuzey Irak’ta Amerika’nın politikalarını izleyecek, Türkiye’nin askeri müdahale etmeme şartı Amerika’nın istemi ile ilgili diplomatik tabir kullanmış,  yani Türkiye’ye “asker sokmayacaksın”, diyor, Kuzey Irak’a. Sokarsan kesecek parayı. Şimdi, biz dedik ki o zaman, “cumhuriyet tarihinde para karşılığında siyasi tarih içeren hiçbir anlaşma yapmadık, yapamazsınız” dedik, yapamadılar, getiremediler Meclise. Anlaşma ortadan kalktı. Ama şu gerçek k, bunu bize önerdiler, şu kadar “para vereceğiz, siz de Kuzey Irak’tan terörü tasfiye etmeyeceksiniz”.
Başka örnek, Meclisten yetki alınıyor, 2003 yılında PKK nın Kuzey Irak’tan tasfiye edilmesi için oy verdik. Defalarca uzatıyoruz, uzatıyoruz, hiçbir zaman kara operasyonu yapamıyoruz, hâlbuki bizden önce 32 kere kara operasyonu yapılmış, Irakta terörü bitme noktasına getirilmişti. İlk defa 2008 yılının şubat ayında bir kara operasyonu yapmaya kalktı Türkiye; üçüncü günü Amerikan savunma bakanı demeç veriyor, “derhal durdurun operasyonu”. Bu ne anlama geliyor; oradan istemiyorlar PKK nın tasfiye olmasını. Aynı zamanda bu kadar zorlanıyoruz biz, yani bunu anlamada, o kadar zor mu? Çeşitli belgeleri elimizde, size önerdim. Hava operasyonu yapabilirsiniz, ama kara operasyonu yapamazsınız” sonra kendileri IŞİD e karşı çeşitli operasyonlar yapıyorlar, “hava operasyonu ile terör bitmez” diyorlar.  Ama Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK nın tasfiyesini istemiyorlar, hava operasyonu yapın” diyorlar. Biz bunu anlayamıyor muyuz? Biz bunu anlayamayacak kadar idrakten yoksun muyuz?
Avrupalılar öneride bulunuyorlar, PKK nın çözümü için, koşullardan birisi, “Türkiye Kuzey Irak’a operasyon yapmayacak”. Geçenlerde ağustos ayında Amerika’nın savunma bakan yardımcısı Eric Edelman,  New York Tımes’te makale yazıyor, orda diyor ki, “Türkiye PKK yla mücadele etmemelidir”. Neden? “”Çünkü PKK, IŞİD le mücadele eden PYD ye destek veriyor” diyor. Yani benim savaştığım teröristlerle mücadele ettiği için kaç kişi öldürmüş olursa olsun, kim olursa olsun, siz bunlara dokunmayın, çünkü bunlar bizim işimize yarıyor.

PEŞMERGELER KOBANİYE GEÇERKEN “BİJİ OBAMA” DİYE BAĞIRIYORLARDI
Şimdi Emekli Orgeneral Edip Başer ile eski Amerikan Orgeneral Reastın a görev verildi,  PKK sorunu nasıl çözülür, filan falan; Edip Başer, bir kitap yazdı, “Kanatsız Uçmak” adlı, hayatını anlatıyor, buna da değindi. Orda diyor ki, ben onlarla konuştum, onlar terör örgütünü dört kategoriye ayırıyorlar, birinci, ikinci, üçüncü PKK dördüncü kategoride” diyor. Yani bu kadar insanı öldüren, İkiz Kulelere yapılan saldırıda ölenlerin on beş katı kadar insan öldüren bir terör örgütünü dördüncü kategoriye alıyor.  Şimdi Peşmergeler Kuzay Irak’tan Kobani’ye geçtiler (Türkiye güzergâhından),  geçerken ne gördük omuzlarda Amerikan bayrağı var. Oradan geçerken (Güneydoğu Anadolu’dan) bazıları bağırıyordu, “Biji Obama”.

BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİNİN (BOP) ASLI BÜYÜK KÜRDİSTAN’DIR
Şimdi biz bunları bir araya getirdiğimiz zaman tabloyu görüyorsunuz, bir şey eksik kaldı bu tabloyu tamamlamak için, o da şu: Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) filan diyorlar, bunun aslı “Büyük Kürdistan”dır. Bizim bunu görmemiz lazım aslı astarı “Büyük Kürdistan” nerden biliyoruz; kendileri açıklıyorlar, Barzani,  bilemediniz 2004 Temmuzunda BBC ye diyor ki,  “yakında referandum yapacağız” diyor, istediği bağımsız Kürdistan”. 
İsrail Başbakanı Netenyahu diyor ki,” böyle bir Kürt devleti kurulursa biz bunu hemen kabul ederiz, tanırız” diyor, amaç orda bir sömürgeci yeni İsrail kurmak.
Geçen Tel Aviv’de uluslararası bir güvenlik toplantısı düzenlendi. Orda İsrail Adalet Bakanı Ayalet Şakel bir konuşma yapıyor, diyor ki, “Türkiye İran arasında İsrail’le dost olacak bir Kürt devletinin kurulmasını” açıkça çağırıda bulundu. Bunu daha açık nasıl söylenir. İsrail’e dost olacak, Türkiye ile komşu olacak bazı Kürt devleti olacak; aynen Neteyahu’nun söylediklerini tekrarlıyor. Demek ki devlet politikası; peki niye Kürt devleti kurmak istiyorlar, herkesin başka bir derdi var, İsrail’in ki, Ortadoğu’da yeni bir İsrail devleti olsun, İran’la sınır. Amerikalılar istiyorlar ki hem İran’ı denetleyecek,  oradan hem de Irak’ın kuzeyindeki petrol bölgelerini denetleyecekler. Düşünebiliyor musunuz böyle bir Kürt devleti.
 Bunun zeminini de hazırlıyorlar, basın dedik ya, basından yazılar çıkıyor, mesela Danıel Paris diye bir ünlü yazarları var, Vasıngton Tımes gazetesinde iki üç ay önce bir makale yazdı, “Merhaba Kürdistan” diye başlığı. Yani diyor ki, “Kürdistan devletinin kurulmasını ben de hararetle destekliyorum, eskiden desteklemiyordum ama şimdi kurulmalıdır. Yetmez diyor, orda kurulacak bir Kürdistan devleti için Suriye’den, Türkiye’den,  İran’dan parçalar eklenerek Kürdistan olmaktır. Açıkça yazmış, destekleyen başka yazıları da çıktı.
Ondan sonra ne oldu? Ondan sonra bu koridor ortaya çıktı. Onların kantonu var, Kuzey Suriye’de, bu üç kantonu birleştirecekler ve sonra ucunu da Akdenize kadar uzatacaklar. Sonra Suriye’nin kuzeyinde oluşan Kürt oluşumunu Kürdistan’la birleştirecekler. Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Akdenize kadar uzanacak, denize açılan bir önemli devlet olacak.
İsrail niçin istiyor, şunun için istiyor, “en büyük düşmanımız İran’dır. Daha önce 1981 de nüler santral inşasına başlanmış, İsrail uçakları bunu imha etmişler. Daha sonra Suriye’de nükleer santrale başlamışlar, onu da imha etmişler. Şimdi İran için yapamıyorlar, çok uzak, nükleer tesisiler yerin altında. Anlaşmalara filan de inanmıyorlar, bu anlaşmalara da itibar etmiyorlar.

İSRAİL “EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ İRAN” DİYOR
Şimdi aynı topraklar, demin adalet bakanının konuştuğu, bakanlar kurulu toplantısında İsrail Savunma Bakanı bir demeç veriyor, “bizim en büyük düşmanımız İran’dır” diyor. “Siz bakmayın anlaşma filan yaptılar Amerika’lılar ama” diyor, “yine ilk fırsatta yine nükleer silahlar yaparlar” diyor. “İran IŞİD den daha tehlikelidir. Eğer İran’la IŞİD arasında tercih yapacak olursak, biz IŞİD’i tercih ederiz ” diyor. Bu kadar açık ve buna hiç kimse bir şey demiyor. “Niye böyle yaparsın, Irak’ın toprak bütünlüğünü nasıl bozarsın” diyen yok, dünya bu. Tuhaftır Türkiye’de de yok, tuhaf değil mi? Bir yerde coğrafi durum, sınırlar değişmeye başlarsa nerde duracağı belli olmaz. Irak’ta Vester Clark diye emekli bir orgeneral vardı, benim NATO da görev yaptığım yıllarda. O da NATO Başkomutanı idi, yani bizim dostumuz, geçenlerde bir süre önce California’da bir otelde konuşma yapıyor, internete girerseniz bulursunuz, o konuşmada diyor ki, “ben geçenlerde Pentagon’a gittim bana dediler ki,” diyor, “ÖNÜMÜZDEKİ BEŞ AY İÇİNDE ORTADOĞU’DAKİ YEDİ ÜLKENİN HÜKÜMETİNİ DEĞİŞTİRECEĞİZ”. Düşünebiliyor musunuz, bu nasıl cesarettir, başka ülkelerin hükümetlerini değiştirme hakkını kendilerinde görüyor kendinde. Dünya böyle bir şey, dış politika böyle bir şey, bazıları “monşer” filan lafları ediyor.
Bu meseleleri bütün boyutu ile görürsek, değerlendirirsek, görmezsek başka türlü değerlendirilir. Bununla bir arada düşündüğümüz takdirde, şöyle bir tablo çıkıyor ortaya. Türkiye büyük rahatsızlık konusudur, birçok ülke için büyük bir rahatsızlık konusudur.
Bunun özünde de Atatürk yatıyor, Kemalizm yatıyor. Niçin, çünkü Kemalizm tam bağımsızlık görüşünü savunuyor. Yani siyasette, ekonomide, kültürde her alanda tam bağımsız olacaksın, bunu defalarca söylüyor. Hangi var ki yabancıların tasfiye ve telkinleri ile yükselmiş olsun, tarih böyle bir şey yazmadı. Atatürk döneminde şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın diye cesaret edemediler. Tek yaptıkları şu, bazı iç ayaklanmaları kışkırtıyorlardı. Türkiye Lozan’da her şeyi halletmiş ama Musul’u halledememişiz, denilmiş ki Türkiye ile İngiltere arasında müzakerelerle çözülecek. Görüşülüyor, çözülemiyor, İngiltere Milletler Cemiyetine gidiyor. Gittiği gün, Hakkâri’de Nasturi ayaklanması çıkıyor. Milletler Cemiyeti heyet gönderiyor, Irak’ın kuzeyinde halka soracaklar, Türkiye’nin Türkiye’de mi kalmak istiyorsunuz, Irakta mı kalmak istiyorsunuz. Heyetin gittiği gün Şeyh Said ayaklanması çıkıyor. Yani bunun o kadar çok belgesi var ki İngiliz arşivlerini açarsanız, Türkiye’deki ayaklanmaların nasıl desteklendiğini orda göreceksiniz.

DIŞ POLİTİKADA İYİ NİYET YOK ÇIKAR VARDIR
Şöyle bir ilginç bir şey söyleyeyim, bunu yalnız o bölgelerde yapmıyorlar, Birinci Dünya Savaşında Arapları ayaklandırıyorlar, Türklere karşı. Arabistan’lı Lavresn hikâyesi, Lavrens Arapları ayaklandırıyor. “Siz Osmanlıya karşı ayaklanın, biz size silah yardımı yapacağız, size her türlü yardımı yapacağız; biz Ortadoğu’da, Suriye, Ürdün, Irak vs buralarda Arap Krallığı kuracağız. Mekke Şerifi Hüseyin’e de diyorlar ki, seni de bu bölgede kralı yapacağız”. Adam inanıyor, iyi niyetle, siyasette bazen böyle iyi niyetler oluyor, adam inanıyor, Osmanlıya karşı isyan ediyor. İngilizler silah, para veriyorlar; Kızıldeniz’deki savaş gemilerinden Osmanlı askerlerine ateş ediyorlar. Ondan sonra Lavrens bunlarla birlikte savaşıyor Emir Hüseyin’in oğlu Faysal, onlarla birlikte savaşıyor. Lavrens komutan gibi orda, diyor ki, “bakın size bir şey söyleyeyim, Osmanlıyla karşılaştığınız zaman, bir tek esir almayacaksınız, hepsini öldüreceksiniz” diyor. Giderken bir Osmanlı birliğine rastlıyorlar, o birlik çatışmış, yenilmiş çekiliyor, emir veriyor makineli tüfeklere, hepsini öldürüyorlar, o gün İngiltere’nin en yüksek nişanını alıyor.
Arkadaşlar biz bu geçmişten geliyoruz, daha önce, Yunan ayaklanmasında Mora’da desteklemiş yabancılar 50 bin Türk’e karşı iki bin kişi ayakta kalmış.
Ondan sonra Girit’de 1897 savaşında Türk-Yunan savaşında biz kazanıyoruz, sonuç Girit’i Yunalılara veriyoruz. Yine oradaki teröristleri, saldırganları destekliyorlar, kazandığımız savaşı kaybediyoruz, savaşın sonucunu masada kaybediyoruz. Denktaş’ın en büyük korkusu buydu, Giriti’i kaybettiğimiz gibi Kıbrıs’ı da kaybetmeyelim diye uyarılarda bulunurdu.  Onun için bu tarih tecrübesini çok iyi değerlendirmemiz, düşünmemiz lazım. Çok iyi düşüneceğiz ki Türkiye’yi isleyen politikalar sadece iyi niyetle, Türkiye’nin iyiliği için düşünülmüş çözümlerdir, önerilerdir, biz de bunları benimseyelim” filan; böyle şey yok. Diplomaside iyi niyet yoktur, çok üzülerek söylüyorum, benim mesleğim ama size iyi niyet diye bir şey yok. Diplomaside çıkarlar var.
İngiliz Başbakanlarından Lord Paymasol 1856 da diyor ki, “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır,  menfaatleri uğruna yapamayacakları şeyler yoktur, yapamayacakları yoktur. Biz Kıbrıs harekâtını yaptık, İngilizlerin orda iki tane üssü var; ikinci harekâtta bizim birlikler doğuya doğru ilerliyorlar, İngiliz Dış İşleri Bakanı Calagan, Amerikan Dışişleri Bakanı Ksincir’a ( Kissinger) telefon ediyor, “Türkler doğuya doğru ilerliyorlar, biz bu Türklerle savaşacağız, haberiniz olsun”.  Gurkalar getirttik Hindistan’dan, Türklerle savaşacağız, Akdeniz’den Kıbrıs’a çağırdık” filan. Kisincir (Henry Alfred Kissinger-1923), “delimisin iki müttefik ülke savaşır mı?” caydırıyor, bertaraf ediyor.
Yani şunu anlatıyorum, biz eğer doruları gerçekleri görmezsek, reel, tutarlı politikalar izlemezsek sonunda mutlaka kaybederiz.
Bakın Ermenistan’la bir protokol imzalıyoruz, gizli görüşmelerden sonra, protokolü açıyorsunuz, Türklerin tezini yansıtan bir cümle yok, Ermenilerin her istediği var. Efendim, öyle değil de, o manaya gelir de, bu manaya gelmez” filan, biraz kamuoyunu etkilemeye çalıştılar. Ondan sonra Ermenistan Anayasa Mahkemesi bir karar alıyor bizim kuşkulandığımız gibi, tam Ermenilerin istediği gibi, efendim, diyor, “soykırım konusu tarihte uzmanlar arasında tartışma konusu bile yapılamaz”  diyor, “Ermenistan’ın bunu tartışmaya bile hakkı yoktur”  diyor.
(Not: Bu protokoller imzalandıktan sonra gidip gelme, dostluk gösterileri sırasında Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla dostluk gösterileri bitmişti. İşte o sıralarda Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan şöyle demişti: “Protokolü biz yazdık onlar imzaladı” diyerek övünüyordu. Tıpkı Sevr anlaşmasını başkalarının yazıp Damat Ferit heyetinin imzaladığı gibi)
Yani bunu, bu protokolü size dayatıyorlar, dayatıyorlar yabancı ülke, biz meclisteydik itiraz ettik kıyameti koparttık ondan sonra Aliyev de itiraz etti Azerbaycan, onaylatamadılar meclise.
İşte Kıbrıs konusunda, en olmayacak taahhütte bulunuyorsunuz AB ye bağlıyorsunuz, AB yi Kıbrıs’a bağlıyorsunuz, ondan sonra biz uyardık, “bu yaptığınız Rum kesimin, sizin tanıma sonucunu doğurur. Bunun üzerine bir deklarasyon yayınladılar, onu demedik bunu dedik, filan, dediler ki olmaz “deklarasyonu siz imzaladınız ve uymuyorsunuz, sekiz başlığı engelliyoruz, bloke ediyoruz, bu sekiz başlığı konuşamazsınız” . Fransa beş başlığı engelledi, niye, “ çünkü biz bu başlığı açarsak Türkiye üye olabilir ileride, hiç kimse üyeliğinizi istemiyor”.
Sarkozy, eski Ermenistan Cumhurbaşkanı, Obama’ya diyor ki, basına da yansıdı, “anlıyor musunuz şimdi biz niye Türkiye’nin üyeliğine karşıyız. Açıkça söylüyor, sanki üye olacakmışız gibi o tavizi de verelim bu tavizi de verelim, vermezsek de yapmazlar, adam söylüyor yapmayacağız” diyor, daha nasıl söylesin.
Almanya Dışişleri Bakanı geldi bizim Meclise, ben Almanya’dan hatırlıyorum, benim zamanımda Dış işleri Bakanı idi; ben ona dedim ki komisyonda, bakın dedim size bir soru soracağım,
-şu Avrupa Birliği olarak sizin bütün koşullarınızı kabul etsek, her dediğinizi yapsak, bizi üye yapacak mısınız?” Adam bozuldu, dedi ki, “cevabını bildiğiniz soruları sormayın”.
Yani bütün bunları bilirsek, dış politikayı başka okuruz, bilmezsek başka türlü okuruz. Ama bunları açıkça konuşmak lazım, her zaman sizlerle bir araya gelemiyoruz, siz bu konuları nerde izliyorsunuz TV larda. Peki, bu TV larda bunları duyuyor musunuz, duyamıyorsunuz. Niye duyamıyorsunuz acaba? Siz bana dünyada bir ülke söyleyin ki, o ülkede medyalarda yabancıların payı Türkiye kadar fazla olsun veya Türkiye’den fazla olsun. Bulamazsınız, bir tek kimse bulamazsınız, medyalara yabancılar yerleşmiş, adam buraya para kazanmaya mı geliyor, yani medya sektörü o kadar karlı ki, şimdi buraya bir yatırım yapsanız dünyanın parasını kazanacaksınız, öyle mi acaba? Peki, niye yatırım yapıyor? İşte bir propaganda silahı olarak basın kitabında bunun cevabını göreceksiniz.
Sizin kamuoyunuzu etkilemek için yani algı yönetimi kullanarak milletin tercihlerini, beğenilerini etkilemek için; bu iç politikada da olur, dış politikada oluyor daha çok. Düşünebiliyor musunuz, bir tarafta bütün bunları size yapacaklar, bir taraftan da bütün yapılanların doğru, haklı, Türkiye’nin çıkarına olduğunu size anlatacaklar medyalarla, siz de onu kabul edeceksiniz. Niçin Sayın Kanadoğlu’nu göremiyorsunuz TV larda, büyük TV larda haber kanallarında niye beni göremiyorsunuz, bizim gibi düşünen insanları göremiyorsunuz, işte bunun için, bizi haftada üç defa dört defa çağıran TV lar şimdi aylarca hiç kapımızı çalmıyorlar, niye? Çünkü bunları anlatacağız, bunları anlatırsak oyun bozulacak. Bakın ben bu Habur açılımı sırasında bildiğiniz konuşmayı yaptım küplere bindiler, kıyameti kopardılar çünkü oyun bozuldu. Demin bahsettiğim Devletşimis raporunu orda okudum, herkes çok şaşırdı, AKP liler geldiler dediler ki “biz de tasvip ediyoruz sözlerinizi aynen imza atıyoruz” dediler bana.
Geçenlerde bir AKP li milletvekiliyle karşılaştık o da aynı şeyi söylüyor, “hepimiz sizin gibi düşünüyoruz" dediler. Sonra yaptıkları kampanyayı duydunuz, niye oyun bozuldu, gerisi bahane, oyun bozuldu Habur işi bir skandala dönüştü, yoksa şimdi İmralı’da yapılan işi o zaman Habur’da yapacaklardı, elden geldiğince yapamadılar.

CUMHURİYETİN FABRİKA AYARLARINA DÖNMEMİZ LAZIMDIR
Özetle şunu söyleyeceğim, çare, dış politikada çare, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmemiz lazımdır. (Alkışlar) Bütün komşu ülkelerimizle tek tek iyi ilişkiler kuracaksınız, fakat aralarındaki çatışmalara karışmayacaksınız, iç çatışmalara hiç karışmayacaksınız, birisi bu. Şimdi bu noktada mıyız biz, bütün çatışmaların içindeyiz boğazımıza kadar. Yani komşu ülkeye devirmeye çalışan silahlı kuvvetlere açıkça destek veriyorsunuz. Cumhuriyet tarihinde örneği yok bunun. Mısır’daki politikaya bakın siz.
Söyleyeceğim şu, cumhuriyet o kadar sağlam temellere dayalı kurulmuş ki, hem ekonomi konusunda, hem hukuk konusunda, anayasa konusunda bu temel ilkelerden ne kadar uzaklaşırsak o kadar kaybederiz. Geçmiş tecrübelerden bunu gördük, Cumhuriyet değerlerine, ilkelerine ne zaman sahip çıkmışsak hep kazançlı çıktık.

 Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
-Reklamlar-
Hükümetin Dış Politikaları (2) - Cevat Kulaksız Hükümetin Dış Politikaları (2) - Cevat Kulaksız Reviewed by Unknown on 23:40:00 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Reklam